6306 sayılı Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun, afet riski taşıyan yapıların hızlı ve etkin biçimde dönüştürülmesini sağlamak amacıyla idareye olağanüstü yetkiler tanımaktadır. Bu yetkilerden biri, riskli yapıların bulunduğu taşınmazlarda maliklerin yapmış olduğu özel hukuk sözleşmelerine müdahale edebilme yetkisidir. Özellikle Kanun’un 6/A maddesiyle birlikte, idareye maliklerin kendi aralarında ya da yükleniciyle yaptığı inşaat sözleşmelerini feshetme ve sürece müdahale etme yetkisi verilmiştir.

Bu düzenleme, sözleşme serbestisi ve mülkiyet hakkı gibi temel anayasal güvencelere doğrudan müdahale anlamına gelmektedir. Yetkinin sınırları, kapsamı ve dayanağı ise hem idari uygulama hem de yargı kararları ışığında şekillenmiştir. İdareye tanınan bu müdahale yetkisi, bireyler arasında geçerli özel hukuk sözleşmelerini yok sayma gücüne sahiptir. Bu nedenle, söz konusu müdahale ancak belirli ölçütler ve anayasal ilkeler çerçevesinde meşru kabul edilebilir.

Anayasa Mahkemesi’nin 10.07.2019 tarihli ve E. 2018/71, K. 2019/56 sayılı kararında, 6/A maddesinin iptali talebi değerlendirilmiş; afet riski taşıyan yapıların dönüşümünün kamu güvenliği ve kamu yararı açısından zorunlu olduğu vurgulanmıştır. Mahkeme, idarenin sözleşmeye müdahale yetkisinin kamu yararını gerçekleştirme amacı taşıdığını ve bu müdahalenin ölçülülük ilkesine uygun olduğunu belirterek düzenlemenin Anayasa’ya aykırı olmadığına hükmetmiştir.

Bu karar, söz konusu müdahalenin anayasal dayanağını ortaya koymakla birlikte, yetkinin sınırlarının keyfi şekilde genişletilemeyeceğini de ima etmektedir. Nitekim Anayasa’nın 13. ve 35. maddeleri uyarınca, temel hak ve özgürlüklere müdahale ancak kanunla, kamu yararı amacıyla ve ölçülülük ilkesi çerçevesinde yapılabilir.

Danıştay 6. Dairesi’nin 2022/503 E., 2023/1969 K. sayılı kararında ise maliklerin çoğunluğu ile yüklenici arasında yapılan bir sözleşmenin, dönüşüm sürecini engellediği gerekçesiyle idarece feshedilmesi hukuka uygun bulunmuştur. Kararda, 6306 sayılı Kanun kapsamında yapılan işlemlerin kamu düzenine ilişkin olduğu, malik çoğunluğunun talebi ve kamusal menfaatin varlığı hâlinde idarenin tarafların açık rızası olmasa bile sözleşmeye müdahale edebileceği belirtilmiştir. Ancak aynı zamanda, bu müdahalenin hukuka uygunluk taşıyabilmesi için yüklenicinin savunma hakkının korunması, sürecin şeffaf yürütülmesi ve somut gerekçelere dayandırılması gerektiği vurgulanmıştır.

Uygulamada ise bu yetkinin kullanımı birçok soruna yol açmaktadır. Yükleniciler, maliklerle usulüne uygun şekilde yaptıkları sözleşmelere rağmen, sürecin yavaşlaması veya azınlık maliklerin direnci nedeniyle idarece dışlanabilmekte; bu da yüklenicilerin ciddi ekonomik zararlara uğramasına sebep olabilmektedir. Bu bağlamda, sözleşmenin tarafı olmayan idarenin, özel hukuk ilişkisine müdahale ederek bir sözleşmeyi geçersiz sayması, özellikle yüklenici açısından kazanılmış haklara müdahale niteliği taşıyabilmektedir. Öte yandan bazı durumlarda, maliklerin imzasıyla yürürlüğe girmiş bir sözleşme, çoğunluğun görüş değiştirmesi veya başka bir yükleniciyle anlaşmak istemesi üzerine idare tarafından hükümsüz sayılabilmektedir. Bu da sözleşme özgürlüğü ve öngörülebilirlik ilkeleri açısından ciddi sakıncalar doğurmaktadır.

Tüm bu değerlendirmeler ışığında, idareye tanınan sözleşmeye müdahale yetkisi, olağan hukuk sisteminde istisnai bir müdahale biçimidir. Yetkinin varlığı, dönüşümün etkin yürütülmesi ve kamu yararının korunması amacıyla kabul edilse de, kapsamı ancak ölçülülük, orantılılık ve hukuki güvenlik ilkeleriyle sınırlanabilir. Bu yetkinin keyfi ya da ölçüsüz biçimde kullanılması, anayasal koruma altındaki mülkiyet hakkı, sözleşme özgürlüğü ve hukuki güvenlik ilkelerini zedeleyebilir. Bu nedenle, uygulamada söz konusu müdahalenin gerekçeli, denetlenebilir ve tüm tarafların haklarını gözeten bir şekilde yürütülmesi zorunludur.